Pazar

kime kime, sana, bana; ona yok!


 

 

 

 

 

afganların düşündürdükleri

gölgede kalmayı seçtiğimiz günler

başkaca yol bilmiyorduk

öfkemiz ellerimizi keserdi

katlanabilmek için yükümüze

beynimizi budardık

 

günlerimiz ekmek kavgasında geçse de, hep bir gündem gelir, girer ekmeğimizin arasına. şimdilerde afganları katık ettik çay saatlerine öğle paydoslarına.

 

afganlar geldiğinden bu yana bir korkudur bir öfkedir gidiyor. araya oldukça büyük orman yangınları,  kentleri alıp götüren seller sıkıştırdık. öfkemize acı/ üzüntü molası verdik. (tabii kadın ve işçi cinayetlerinden kalanlar olarak) şimdi devam.

 

onca cahilliğimizin sonuçlarını yaşıyoruz. son söyleyeceğimi başta söylemiş oldum, çokça da yüklü bir kelime cahillik. kastım, bilmiyoruz, ama bu değil, bilmediğimizi de bilmiyoruz, sorun bu! takılmışız korkularımızın, öfkelerimizin, acılarımızın, üzüntülerimizin peşine. (duygu akıldan yoksun değil/olmamalı)

 

her an siyaset, ekonomi, felsefe düşünüp, konuşmuyoruz elbet.  bir gördük, öbek öbek insanlar sınırı aşmış geliyor; tepkimiz de “ ne işiniz var burada, benim ülkemde” oldu. ben böyle yazdım, başkaca türlü de ifade edenler oldu. “onlara su yok” diyen kasaba politikacıları vb/vs.

 

olan neydi

 

sözü uzatarak dağıtayım; emperyalizm, kapitalin/kapitalizmin (sermayenin ve sermaye düzenin) dünyaya egemen ve yaygın hali; kabaca. küreselleşme diyorlar ya, küreselleşen şey sermaye ve emeği de kürede oradan oraya gezdiren o. bu çağda emek gücü piyasasında fiyatları, ücretleri diyin siz, küresel yollardan akan emekçilerin yönü, yoğunluğu, çaresizliği, yurtsuzluğu etkiliyor, daha doğrusu ücretleri düşürüyor (daha başka bir çok nedenle birleşerek). yani ortada mültecilik, sığınmacılık denen olgu var. kaçak göçmen işçi, biraz daha zorlayalım; kaçak durumuna düşürülmüş, göç etmek zorunda bırakılmış işçi adayı işsiz. oradan oraya, ülkeden ülkeye akan. baktığında görünür bir nedeni vardır bu akışın ve hep o nedenleri konuşturmak isterler bize. yarın kimlerin kimlerin bu durumlara düşürüleceği de belli değil. değil mi? kim bilir; anasından doğduğunda, günün birinde komşularıyla bozuşup, soluğu istanbulda alacağını. hangi ana çocuğunu emzirirken bu kararları verir ki, değil mi ya. bir miktar duygusala bağlasak ta akli bir durum var orada. kimse seçiyor görünse de seçmiyor kaçaklığı, kaçaklığa mahkum ediliyor. neyse, dönelim başa “ ne işleri var burada, benim ülkemde” söylemine.

 

“ ne işiniz var burada, benim ülkemde”

 

başından sonuna yanlış bir soru cümlesi. söyleyenin de üzerine düşünmediği, tek tek sözcükleri doğru kabul edip, ağzından saçtığı soru işte.  “işiniz” kelimesi ile başlayalım; bir işi yok zaten, bir iş bulup gelmiyor, geldiği yerde de işi ya yoktu varsa da kalmamıştı. yani “ne işiniz var” yok öyle bir şey, işi yok, olursa karnını doyuracak belki.

 

devam edelim, “ benim ülkemde.”. cık cık cık. nasıl bir yanılsamadır. nereden senin ülken oluyor? neyini belirledin, neyine kara verdin? anayasasına mı, yasasına mı? işini mi seçtin,  çalışma koşullarını mı , çalışma saatini mi, ücretini mi, neyi?  ne zaman mesaiye kalacağını mı belirleyebildin? hangi işin başında öleceğine sen mi karar veridin? ne zaman nereye tatile gideceğini mi, gönlünce, markette sepete ne alacağına sen mi karar verdin? hangi savaşlara gireceğine, asker olup nerelere gönderileceğine kim karar verdi? kendin oluşturmadığın kimi seçeneklerden birini ya da bir kaçını ara da bir sana seçtirmişler, o kadar. hani bu topraklarda doğmuşsun tamam,  ona de sen karar vermemişsin. bir evciğin olsun rahat edeyim diye bir ömür çalışırsın olursa olur, olmazsa zaten yok, o kadar işte. hiç senin ülken olmuş mu ki buralar, söylesene, olmuş mu ki? başta dediğim, bilmediğini bilmeme hali böyle bir şey işte. bilmediğimizi biliyor zannedip söylenip duruyoruz.

 

bir doğru var soruda elbette, hepsi yanlış değil. “ ne işiniz var burada” nın burada-sı. “burada” yani “bu coğrafyada. burası, senden önce benim gelip yurt edindiğim, yurt yaptığım coğrafi koordinat”.  “evet burayı yurt yapmışım. yapmışım yani, yoksa ezelden bu yana burada değildim, ezelden bu yana benim değildi yani”.  cümlede bir doğru var onu da yanlış anlamışız. “burası benim, ben yurt yaptım, senin değil, o zaman git buradan.”  cümlenin içine hiç de masum olmayan bir bencillik gizlenmiş, oturuyor,  gördük mü? düzelteyim, oturmuyor, kışkırtıyor.

 

o bencillik nereden geliyor? yanıt: kışkırtıyorsa, kışkırtıcıdan geliyor, kışkırtıcının dünyasından “o”ndan işte. 

 

bu gizlenmiş bencilliğimiz öylece dursa orda, kimse de dokunmasa, bizde dokunmasak hatta bilmesek, iyiydi belki, de durum öyle değil.  

 

 “ ne işiniz var burada, benim ülkemde” sorusunun hemen sonra yanıt beklemeden, “gidin la buradan” gelir.

 

“gidin buradan”

 

aynı düşüncede başkaları da oldu mu, ki ol du/oluyor, köpürüyor, köpürtülüyor. diğer yandan, kendimizin sandığımız aslında kendimizin olmayan ülkenin eziğiyizdir. bu eziklik hali önemli!- (kışkırtıcı gibi durdu bu ifade buraya ama tamda böyle- zaten mevzuumuzda kışkırık, dolayısıyla böyle demekte bir beis yok.) kim kendinin ezikliğini hemen kabul eder, önce kendine itiraf eder ki. tam tersine dev görünmeyi tercih ederiz. böbürlenmek ve kibir; bütün şeyler bunu içindir değil mi? ezikliğimizi gizlemek, önce kendimizden (değil desende değil). eziğizdir ve eziksek bir ezenimiz vardır. hıncımızı hiç ona püskürtmeyiz, püskürtmeyi istemeyiz, istetmezler. istesek de istemeyiz. istesek de bir yolunu bulamayız, istemeden de püskürtsek, bin türlü eziyet üstüne eziyet, pişmanlık vs. en iyisi mi istemeyiz, ezene çıt çıkarmayız, çıkaramayız. işte tam da o anda buluruz ezikliğimiz püskürecek birini, birilerini, biz bulmasak buldururlar, gösterirler, böbürleneceğimiz, kibrimizi doyuracağımız birini, işte mülteci dediğimiz de o dur. ezikliğimizi püskürteceğimiz, maliyeti de az olacak varlık, en azından ezene maliyeti en az olacak.  “gidin buradan” nın anlamı budur!

 

peki ya…

 

iş burada bitse keşke ama bitmiyor. ezikler, ezeni ile birleşti mi geliyoruz faşizme; zulmün 20. yüzyılda türeyen çeşidine (faşizm salt bundan doğmasa ve bundan ibaret olmasa da, sözü kısaltmak adına bu kadar kalsın. ne tarih ne de ekonomi-politik bir makale yazıyorum, olsa olsa bir deneme denemesi o kadar, çok açıklama derdim yok o yüzden).  ezeni ile birleşip ezilmekten kurtulan ezilen, ezik gördünüz mü hiç? belki madalya takarlar ancak, o da karnını doyurmaz, ancak saklarsın utançla bir ömür. 

 

sonuç olarak

 

bilmediğini bilmeme hali işte böyle bir şey; tehlikeli. medeti senin gibi olanlarla aramak yerine, seni bu duruma düşenlere sarılmak. senin gibileri horlarsın ama horladığından haberin yoktur. acıdan kurtulayım dersin, beter olursun. acı çekene acı çektirisin, ülkene sahip çıktığını zannederken seni ezenle birleşip kendine ve kendin gibilere eziyet edersin. elbette sözüm kodamanlara, yemekten semirmiş sermayedarlara, patronlara ve onların uşaklarına değil! ne evrensel insanlığı kucaklamak derdindeyim, ne de evrensel doğruları. sözüm, kendi ezilmişliğini anlaması gerekenlere, ötekinin de ezilmişliğini, ordan oraya, bir nedenle, sürülmüşlüğünü, anlamasını istemek. sözüm 19. yüzyılda icat olanlara, kah köle, kah işçi olanlara, ordan oraya göç ettirilenlere, kaçak duruma düşürülenlere; köylerden kaçıp kaçak gece kondulara, ülkelere sığınanlara, sığınmak zorunda bırakılanlara. kaderleri ortak olanlara.

 

başa dönersek

 

toz, is, duman, seller arasında, işçi ve kadın ölümleri arasında geçiyor günlerimiz. ama üreterek, kolumuzla, elimizle, aklımızla. ondadır, durup düşünmeye, anlamaya en çok bizlerin ihtiyacı var, sormaya da tabii. bir kere bize görünenlerin göründüğü gibi olduğu düşüncesine kapılmadan sormak ve yanıtı kendi hayatından öğrenmek. “benim ki ekmek davası” deyip geçemeyiz. neden ya yok ya da bu kadar küçük ekmeğimiz? kim kim; kim olacak, o, o kışkırtan, onun yüzünden! bilmiyorduk bilmediğimizi demek kurtarmaz bizi, kurtarsaydı gerek olmazdı bu kadar söze, “gidin buradan” yeterdi.  evet birileri ile birleşip birilerine “gidin buradan”  demeliyiz.

kime mi

kime

ona

onlara

bizi

oradan oraya

böyle

ölümlere

sürenlere

 

 

K:A

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

hepsi alıntı- hepsi iade

  kutsal kitaplardan alıntı bir akıl hocasından alıntı bilmediğimiz bir yerden hepsi alıntı hayat   tüket! karttan çek! en y...