sana özgeydi
deniz kokusunda
serinliğinde
bir bahardı
açtık kollarımızı
yelkenimiz şişinirken
saçlarımızın arasında yeni dünyalar
gözlerimiz yüz yılların kiniyle aydınlık
şimdilerde küçük küçük hatırlamalar oynarız
kollarımızın görkemini özler, sesleniriz
yoklarız, var hala, duruyor o deniz kokusu
o son baharın sarayları yıkan gücü
özlemler neden sanatların konusudur; şiirlerin, romanların, öykülerin, filmlerin en çokta şarkıların . hepimizin bir nedeni vardır özleme. özleme ise kavuşma isteği eşlik eder. hayatlarımızda bir şeyler eksiktir belli ki. toplumların, milletlerin, etnisitelerin, kabilelerin, ailelerin, bireylerin, moleküllerin, hücrelerin, atomların, parçacıkların; hep bir şeyleri eksik.
adını koysak da koyamadığımız, eksik olan, arayış, özlem. sadece özlemekle ulaşamasak da-kavuşamasak da, kendini hissettirir o, kendini çağrıştırır. şarkılarda çıkıverir karşımıza, bazen hüzünlerimizde, sevgilerimizde, ayrılıklarımızda. belirsiz bir özleme duygusundan hareket ederek, özlemin kaynağını aramaya koyuldum, takılıp kaldığımız somutluklardan kendimi de kurtarmalıyım. sonuçta özlemin bitimsizliği ve bizler için bağıtlanmış-bitmiş bir konu olmaması bana bu hakkı verir diye düşünüyorum.
doğadan ayrıldıktan sonra bir türlü olamadık(ne doğayla nede sözcüğün en geniş anlamıyla da kendimizle anlaşamadık). çokça denedik, yer yer oldurduk. ama yetmedi, süremedi. özlem yine kaldı içimizde. karamsar, oldukça kötü diyebileceğimiz hayatımızın telafisi denemesi kimi zaman bunu da yadsısak da bir özlem olarak kaldı içimizde. bu denemeler olacak, doğadan koptuktan sonra gerçek bir var oluşu başarıncaya kadar, mülkiyetin, eşyanın, sömürü düzeninin bitimine ama iyice bitimine kadar oldu-olacak. hiç bitemedi savaşlarımız. siz sayın kaç savaş ve kaç türlü savaş. ne yaptıysak eksik kalan oldu. o yüzden sanat da deneyecek yeni yolları, sadece karanlığın tasviriyle yetinmeyecek, yetinemeyecek. telafi etmediğinde eksik bıraktığının farkında olarak öyle kolaya kaçmayacak, tehlikeyi göze alacak ve başaracak, başaramasa da deneyecek. telafisi olmalı bu hayatın; değil mi ki var, var olmak isteği. artık tamamlamalıyız, eksik kalanı, özleneni.
özlem; kendimizi tamamlamak isteği. bir şekilde yaşamaya başladığımız bu evrende kendi yokluğunla da barışarak yaşayabilme, hayatın boyunca kendi yalnızlığına gömülü olmaktan kurtulma, eşitlenme isteği. eşit, özgür, sömürüsüz, kimsenin kimseye üstün olmadığı, üstün olmaya ihtiyaç da duymadığı dünyanın, evrenin özlemi. kendi oluşu ile kendine yabancı kalmaktan, içimizde büyük bir boşlukla yaşamaktan kurtulmak. gerçek varoluşumuzun özlemi. hayatı tamamlamanın özlemi.
özleyebiliyorsak, var öyle bir dünya, kurucuların kurmasını bekliyor. ki yıkıcılarını arıyor şimdi, yıkıcılar da kendini bekliyor. yıkmadan kuramayız. yıkımcılar hazır şimdi, inkar etmeden kendini, yıkımcılığını kabul ederek, işe koyulmaya ihtiyacı var. balyozlarını edinerek, kuşaklarını kuşanarak; kendinden başlayarak yıka yıka görünür kılacağız gerçeği ve yeniden var edeciğiz. yıkıcılar, kurucular ya da kurucular yıkıcılar.
adına çokça konuştuğumuz onlar, kim? belki biraz hepimizin içinde. tam olarak kim? tüm bu karanlığın kurucularının bir yıkıcıları olacak, bir yıkımcıları onlar işte; emeğiyle en çok sömürülen, sömürülürken bu karanlığı da üretenler son verecek yine bu karanlığa. hepimizin içinde var biraz ondan.
özlem; şarkılarımızın ilhamı, bu kadar hayatın, ki göbeklitepe ile epeyce geriye gittik, bize bir şekilde anlattığı ve öğrettiği. doğadan ayrıldıktan sonra tıpkısı olmayan, olamayacak bir doğaya dönme, var olma arayışı. bir kere 17’nin son baharında başardığımız şeyi, çok daha güçlü ve yaygın yeniden başarmak, yürümek ona, derince iç çekişle yan yana gelmek ve daha fazlası; tamamlamak özlemi çabamızla, kurucuların yıkıcılığıyla, bugünün hayatından fırlayarak.
sana özgeyse de
bi sana özgü değildi ya
denizlerin kokusu
emeğin inatçı bilgiçliği
şüphesiz telafi olacak
o eski yenilgilerin, iş cinayetlerinde ölmelerin
çeyrek doymaların ve dahasının.
böylece bir denedim, konunun kesinsizliğinden kendime bir yürüme payı çıkardım. dünyanın kirini yazıma bahane etmeden, yadsımadan eskilerin emeklerini, sanki ilk kez ben görüyor ve yazıyormuş gibi yapmadan yazdım. bir iylik önermeyeyim kaygısına düşüp kötülüğü kendime meze etmediğim gibi, bir din ya da ahlak önerme hatasına düşmek de istemedim, umarım düşmemişimdir. tüm bu bizi huzursuz eden dünyasal düzenden bir çıkış var, bunu yazmayı da açıkça görev edindim ki zaten bu dert olmadan benim için bir şey de olmazdı. insanın insanla konuşmasının yeni biçimlerini arayarak, çokça sezgiye dayanarak ilerlemek istedim. eylemini yitirdi insanlar, olan felsefe de sanat da yetmez oldu (pansuman kimseye yetmiyor artık). denedim, inatla; sığındım emeğin inatçı bilgiçliğine, yaslandım son baharının serinliğine. dağıtmak istedim tüm insanlığa son baharın serinliğini. ki özlem.
K:A
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder